SonTahlil

Tasarım politiktir.

31 Ocak 2010 Pazar

Seri Tasarım: Tasarımcının seri ürettiği fikirler endüstrinin seri ürettiği tasarımlara karşı

Radikal Gazetesi’nin 31 Ocak 2010 tarihli Tasarım Eki'ne yazdığım bir yazı.

---

Profesyonel hayata adım atmak üzere olan tasarımcı adaylarına verilen öğütlerin başında gelir: 'Müşteriye en az üç alternatifle gidin.' Tipik bir tasarım sürecinin ilk evrelerinde gerçekten de mümkün olduğunca fazla alternatifle yola çıkılır. Ancak sona yaklaşıldıkça üzerinde tartışılan fikirlerin sayısı azalarak teke düşerken, elde kalan bu tek fikrin de kusursuz niteliğe ulaşmasına
ilişkin beklentiler doğar. En nihayetinde, sanayi ve ticaret dünyasına iş yapan tasarımcının esas görevi 'seri üretilecek' ve dolayısıyla 'hata kaldırmayacak,' tek, 'özgün' bir fikir çıkartmak değil midir?

Geleneksel bir tasarım sürecinin seyri böyleyken, son zamanlarda tasarımın çeşitli dallarından gelen profesyonellerin farklı bir yaklaşımı benimsedikleri görülüyor. Söz konusu tasarımcıların ilgisini çeken, endüstriyel yöntemlerle kopyaları seri üretilmek üzere 'müşteri'ye sunulan 'tek' ve 'kusursuz' fikirler değil. Onlar tam tersine, geliştirdikleri tüm tasarım fikirlerini kusurlarıyla da olsa gerçeğe dönüştürmenin peşindeler. Süreçlerini tam da bu nedenle olabildiğince seri bir şekilde tamamlıyorlar. Böylece 'seri' sıfatını, sistematik bir verim ve kusursuzluk çağrışımlarıyla kullanan endüstriyel lugattan çalarak, hoşlarına giden fikirleri hızlıca hayata geçirmelerini sağlayan bir sezgiselliği nitelemek üzere stüdyo/atölye jargonuna armağan ediyorlar. Bu da yaratıcı süreçlerinin odağını 'seri üretim'den 'seri tasarım'a kaydırıyor.

Bahsettiğimiz yaklaşıma verilebilecek ilk örnek İsrailli tasarım stüdyosu Godspeed'in "speed-furniture" (hız mobilyası) adlı mobilya serisi. Tasarımcılar, yalnızca bir saat içerisinde tasarlayıp ürettikleri bu mobilyalarda malzeme olarak Tel Aviv'deki marangozlardan topladıkları atık ahşap parçalarını kullanıyor. Yine mobilya tasarımı alanından bir diğer örnek ise Martino Gamper'in "100 Chairs in 100 Days" (100 Günde 100 Sandalye) projesi. İtalyan tasarımcı, Godspeed'inkine benzer bir yöntemle, Londra'da iki sene zarfında topladığı atık mobilya parçalarından yepyeni sandalyeler yaratmış. Süreç kapsamında söz konusu parçaların kimini olduğu gibi kullanırken, bır kısmının üzerinde de onlar için tasarladığı yeni rollere uygun değişiklikler yapmış.

Şerifcan Özcan'ın Ten Plus One adlı çalışmasının kapağı

Biraz alan değiştirerek örneklere grafik tasarımıyla devam edebiliriz. New York merkezli tasarımcı Şerifcan Özcan onbir saatte tasarladığı onbir işi içeren “Ten Plus One” (On Artı Bir) adını verdiği bir portfolyo üretmiş. Özcan, o dönem devam etmekte olduğu master programı kapsamında tamamlaması gereken portfolyosunda yeterli sayıda proje yer almadığını farkedince bu yönteme başvurduğunu söylüyor. Ne ironiktir ki, birer saatte hayata geçirdiği bu fikirler arasında yer alan bir konserve ambalajı tasarımıyla ilgilenen bir müşteri bile çıkmış.

Gördüğümüz gibi, 'seri tasarım' olarak adlandırabileceğimiz yaklaşımın izlediği tipik bir süreç, kısa/kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde baştan sona tasarlanıp üretilen işlerle sonuçlanıyor. Doğal olarak, böylesi bir yaklaşım dahilinde 'tasarım' ve 'üretim' safhaları iç içe geçerken, 'prototip' ve 'bitmiş ürün' kavramları arasında da pek bir fark kalmıyor. Evet, bu yaklaşımın 'seri üretim' için tasarlanan 'bitmiş ürün'lerin sahip olduğu varsayılan kusursuzluktan ödün verildiği söylenebilir. Ancak, her biri özgün birer tasarım süreci sonucu ortaya çıkan 'seri tasarım'lardaki karakteristik kusurların çoğu kez 'artı değer' olarak ön plana çıkarıldığını dahi görüyoruz. 'Seri tasarım' yaklaşımı, tam da bu nedenlerle sanat, zanaat ve tasarım arasında bir yerlerde konumlanıyor.

Şerifcan Özcan'ın Ten Plus One adlı çalışmasından bir ambalaj tasarımı

Peki, 'seri tasarım' herhangi bir eleştirel damardan besleniyor mu? Öncelikle tasarımcıların, yaşanan çok katmanlı küresel krizlerin etkisi de göz önünde bulundurulursa, tüketim toplumunun itici gücü olarak üstlenegeldikleri tarihsel rolün farkına vardıklarını söyleyebiliriz. Böylesi bir rol kapsamında sanayi devriminden bu yana kendilerine dayatılan 'kusursuz' ve 'özgün' tasarımları durmaksızın yaratma talebinin yaratıcı süreçlerini birer kısırdöngü haline dönüştürdüğünü düşünüyor olabilirler mi? 'Seri-tasarım'cıların tam da bu iki anahtar kavramla oynayarak söz konusu döngüyü kırmaya çabaladıklarını iddia etmek mümkün. 'Seri tasarım'a daha şüpheci bir gözle bakanlarsa, bu yaklaşımı benimseyen tasarımcıların 'tasarlanmış nesne' kavramına atfedilen prestiji kendi lehlerine sömürmeye başladıklarını da pekala öne sürebilir. 'Seri tasarım'cıların 'yıldız tasarımcı' olarak adlandırılan meslektaşlarının son birkaç onyıldır yaptığından çok da farklı olmayan bir şekilde, ancak bu kez daha 'yeraltı' bir yaklaşımla, bir çeşit 'tasarlanmış kusurluluk' sosuyla, bu prestij fırsatını kullandıklarını iddia edenler de çıkabilir. Ancak konuya hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, saydığımız örneklerin altını çizdiği önemli bir olguyla karşı karşıyayız: Tasarımda sonucun sürece olan geleneksel hakimiyetinin tam tersine döndüğü ve bugün artık sonuçtan çok, sürecin kendisinin bir değer olarak yükseldiği.

Etiketler: , , , ,

30 Ocak 2010 Cumartesi

Yurttan Tasarım Meseleleri (12)

[Kollektif hafızanın tazelenmesi süreçleri kapsamında müze tartışmaları sürmekte... Bu haberde tasarım adına ayrıca ilginç olan, cezaevindekilerin o koşullarda tasarlayıp ürettiği zeytin çekirdeklerinden yapılan tespihler, sabundan yapılmış satranç takımları gibi ürün örneklerinden bahsedilmesi...]

Ulusal basında karşılaştığım günlük haberlerden, üzerine tasarımın da söyleyecek bir sözü olabileceğine inandıklarımı "Yurttan Tasarım Meseleleri" başlığı altında bu blog'a taşıyorum.

Birgün Gazetesi'nin 27 Ocak 2010 tarihli, 13:17 saatli haberinden alıntıdır. [Kaynak: http://birgun.net/actuel_index.php?news_code=1264591028&year=2010&month=01&day=27]


‘12 EYLÜL UTANÇ MÜZESİ’ KURULACAK

Devrimci 78’liler Federasyonu, 12 Eylül’de cezaevlerinde yaşananları unutturmamak için müze oluşturuyor. Federasyon bu kapsamda Kültür ve Adalet Bakanlıklarına önümüzdeki günlerde bir 12 Eylül cezaevinin tehsis edilmesi için yazılı başvuru yapacak. Federasyon Başkanı Nejat Kangal, elinde o döneme ilişkin materyal bulunan 78’lilere müzeye katkıda bulunmaları için çağrıda bulundu.
İnsanlık suçlarında ‘zaman aşımı’ olmadığını unutmadan, darbecileri teşhir etmek ve suçlarını bir kez daha kanıtlamak için başlatılan müze çalışmasında; o döneme ilişkin ne varsa, bir tutuklu mektubundan, kanlı bir iç çamaşırına, 30 yıl saklanmış bir ‘yasak yayından’, dönemi anlatan fotoğraflara, zulada kalmış bir cezaevi anısından, cezaevlerinde bestelenmiş türkülerden-marşlara kadar bulunabilecek bütün materyaller toplanacak.
Federasyon Başkanı Kangal, herkesi 12 Eylül darbesini bir müzede belleklere silinmemek üzere kazımaya çağırdı. Bu projelerinin 9-10 yıllık 78’liler çalışması sonucunda geliştiğini belirten Kangal, ellerinde binlerce fotoğrafın yanı sıra, çok sayıda dava dosyasının, mektupların, idam edilenlerin karakalem fotoğraflarının, ‘görülmüştür’ damgalı ‘illegal’ ve legal yayınlar ile kitapların bulunduğunu söyledi. Çeşitli yerlerden 12 Eylül’ü yaşamış insanların kendilerine ulaşarak, ellerinde o döneme ait malzemelerin bulunduğunu söylediğini belirten Kangal, şunları aktardı:
ZEYTİN ÇEKİRDEĞİNDEN TESPİH
“Örneğin, cezaevinde zeytin çekirdeklerinden yapılan güzel tespihler, sabundan yapılmış satranç takımları var. Dışarıdaki çocuklarına yeğenlerine dergiler yapıp göndermişler kendi elleriyle yazarak, çizerek. Bir örgütün merkez yayın organı cezaevine ‘görülmüştür’ damgasıyla girmiş. Yani sistem bir yandan insanları silindir gibi ezmeye çalışıyor ama olağanüstü kötü bir organizasyona da sahip. Müze için o dönemde kullanılmış olan işkence aletlerinin orijinal boyutlarıyla maketleri yapıldı. Göz bağları, tek tip elbiseler.”
12 Eylül’de cezaevi dışında da darbenin etkilerinin olduğuna dikkat çeken Kangal, müzede, o döneme ait, sendikalar, siyaset, sağlık gibi araştırma konularının da yer alacağını söyledi. Kangal, “Kısacası, tekrar bunlar yaşanmasın diye yapılması gereken her şeyi sergilemek, insanların hafızasında yok olmamasını, bilince çıkarılmasını sağlamak istiyoruz” dedi.
MÜZE BU YIL AÇILACAK
Avrupa’nın birçok ülkesinde cezaevi, kamp ve soykırım müzelerinin bulunduğunu ifade eden Kangal, müze için 12 Eylül cezaevlerini istediklerini belirterek, bu nedenle Kültür ve Adalet Bakanlıkları’na önümüzdeki bir iki gün içerisinde yazılı başvuru yapacaklarını belirtti. Kangal, “Oraları boşaltmak için değil, zaten içinden çıkan biziz, oraları müze yapmak için istiyoruz. Bunlar gerçekleşmezse yani bize cezaevlerini vermezlerse biz de bu müzeyi gezici olarak açacağız. Ve 2010 12 Eylülü’nde mutlaka açılacak” diye konuştu.
Müze çalışmalarının süreklilik arz edeceğini de dile getiren Kangal, işlerinin arkeolojik kazılardan daha zor olduğunu ifade ederek, “Onların üzerine toprak örtülü, bizdekinin üzerinde ise hayat örtülü. Yani yok edildi, imha oldu. Çok zorlanacağımızı biliyoruz. Ama bulacağımız her şeyin çok kıymetli olduğunu da biliyoruz” dedi.
GÜLSEN CARDEMİR İZMİR

Etiketler: , , , , , ,

Yurttan Tasarım Meseleleri (11)

[Tüketim Toplumu'nun sürekli değişen tercihleri bağlamında üretilen tonlarca elektronik atık karşısında TV'ler depresyona girmiş olamaz mı?]

Ulusal basında karşılaştığım günlük haberlerden, üzerine tasarımın da söyleyecek bir sözü olabileceğine inandıklarımı "Yurttan Tasarım Meseleleri" başlığı altında bu blog'a taşıyorum.

Birgün Gazetesi'nin 27 Ocak 2010 tarihli haberinden alıntıdır. [Kaynak: http://birgun.net/life_index.php?news_code=1264589977&year=2010&month=01&day=27]

İntihar Eden TV'ye RTÜK'ten Engel -- 12:59 27 Ocak 2010
‘Plazma televizyon'un intihara teşebbüs ettiği reklam filmi yoğun şikâyet üzerine RTÜK tarafından incelemeye alındı. Ocak ayı içerisinde reklamlarla ilgili şikayetlerin yüzde 25'inin bu filmle ilgili olması nedeniyle harekete geçen RTÜK uzmanları, söz konusu reklamın 'çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyebileceği' sonucuna vardı.
Evde henüz yeni montajı yapılmış olan bir plazma televizyonun, 'yayınları HD görüntü formatında göstermediği', 'saatleri çakışan dizileri kaydetmediği' ve bu nedenle 'bir hiç olduğunu' belirterek çatıya çıktığı reklam filminde, bu televizyon kendini aşağı atmaya çalışıyor. Diğer plazma televizyonlar da aynı nedenle kendilerini asma, denize atma ya da tren raylarına yatma gibi yollarla intihar teşebbüsünde bulunuyor. Uzmanlar tarafından hazırlanan raporlarda, şikâyetlere konu olan reklamda önemli bir sorun olan intihar olayının 'bir espri anlayışıyla basitleştirildiği, komik bir davranışmış gibi gösterildiği, hatta doğal bir eyleme dönüştürüldüğü, sorunlardan kaçma, korkuları yenme, problemlerden kurtulma yöntemi' olarak gösterildiği görüşü aktarıldı.

Etiketler: , , , , , , , ,

29 Ocak 2010 Cuma

Yurttan Tasarım Meseleleri (10)

[Türkiye'nin Fordizm'den Postfordizm'e geçişinin resmi ağızdan duyurulmasıdır.]

Ulusal basında karşılaştığım günlük haberlerden, üzerine tasarımın da söyleyecek bir sözü olabileceğine inandıklarımı "Yurttan Tasarım Meseleleri" başlığı altında bu blog'a taşıyorum.

Anadolu Ajansı'nın 28 Ocak 2010 tarihinde geçtiği haberden alıntıdır. [Kaynak: http://www.ekotrent.com/haber/20100128/Ergun-Seri-uretiim-onemini-yitirdi.php]


ERGÜN: SERİ ÜRETİM ÖNEMİNİ YİTİRDİ

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, fabrikasyonun önemli olduğunu, ancak dünyanın yaşadığı değişim sonucu seri üretimin eski önemini yitirmeye başladığını belirtti.

Ergün: Seri üretiim önemini yitirdi

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, fabrikasyonun önemli olduğunu, ancak dünyanın yaşadığı değişim sonucu seri üretimin eski önemini yitirmeye başladığını belirterek, ''Yaşadığımız postmodern dönemde ürüne değil müşteriye odaklanmak gerekiyor'' dedi.

Ergün, Türk Tasarım Danışma Konseyi bünyesinde gerçekleştirilen ''Tasarım Strateji Belgesi ve Eylem Planı Çalıştayı''nda, Tasarım Konseyi'nin temel kuruluş amacının ülkeyi geleceğin yeni dünyasında üst seviyelere taşıyacak tasarım stratejilerinin ve politikalarının belirlenmesi olduğuna değindi.

Günümüzde ülkelerin ve şirketlerin rekabet gücünü korumada ve artırmada en önemli araçlardan birinin tasarım faaliyetleri olduğunu vurgulayan Ergün, ancak Türkiye'nin tasarım konusuna bugüne kadar gereken önemi vermekte geç kaldığını, bu nedenle gelişmiş ülkelerle aradaki açığı kapatmak için çok daha fazla emek ve mesai harcamak zorunda olduğunu ifade etti.

Bakan Ergün, ''Geç kalmış olmamız, geride kalacağımız anlamına gelmiyor. Gerekli emeği ve zihni faaliyeti ortaya koyabilirsek, potansiyelimizi açığa çıkarabilirsek bu farkı kapatabilir hatta daha ileri noktalara ulaşabiliriz'' dedi.

Tasarımın bir hedeften ziyade bir süreç, devamlılığı olan bir konu olduğunu, bu nedenle tasarımla ilgili hedeflere ulaşmanın yeterli olmadığını, ulaşılan seviyede istikrar ve süreklilik kazanmak gerektiğini kaydeden Ergün, ''Lafla peynir gemisi yürümez derler. Gerçekten de sadece konuşarak bir şeyler yapmak, bu ülkeye hizmet etmek mümkün değildir. Burada konuştuklarımızın sadece laftan ibaret olmaması için, dilek ve temennilerden ibaret olmaması için, somut adımlar atma konusunda da irademizi ortaya koyacağız'' diye konuştu.

Türkiye'nin dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olma hedefine işaret eden Ergün, bunu oluşturmak için gereken stratejilerden birinin tasarım stratejisi olduğunu söyledi.

-''ORTAK AKLA, BİRBİRİYLE BÜTÜNLEŞİK POLİTİKALARA İHTİYAÇ VAR''-

Tasarım politikalarının, ekonomik olduğu kadar sosyal ve kültürel faydalarını da görmek gerektiğine dikkati çeken Ergün, şöyle devam etti:

''Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi işsizliktir. İşsiz kardeşlerimizin sorunlarını çözmek için yeni yatırımlara, yeni ürünlere ihtiyacımız var. Tasarım sektörünün gelişmesiyle kazanacağımız rekabet gücü, istihdam artışına da önemli katkılar sağlayacaktır. Önümüzdeki yeni dönemin sunduğu imkanlardan yararlanmak için, tasarımı kalkınma hedeflerimizin, büyüme stratejilerimizin temeline oturtmalıyız. İyi tasarım faaliyetlerine imza attığımız takdirde, yeni teknolojinin öncülerinden biri olmayı başarabiliriz. Türkiye olarak, farkımızı hissettirecek tasarımlar ortaya çıkarmak durumundayız. Ancak bu şekilde giremediğimiz pazarların kapıları Türkiye'ye açılacaktır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde, yeni ve özgün tasarımlarımızla uluslararası piyasalarda 'biz de varız' demeliyiz.''

Son dönemde gittikçe önem kazanan tasarım faaliyetlerinin artık firmaların gündemine girmeyi başardığını dile getiren Ergün, birçok firmanın bu konuya titizlikle eğildiğini ve oldukça başarılı sonuçlar elde ettiğini söyledi.

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ergün, ''Ancak tek tek bireylerin veya firmaların çalışmalarıyla bir yere varmak oldukça zordur. Tasarım konusunda ortak bir akla, birbirleriyle bütünleşik politikalara ihtiyaç vardır. Böyle kapsamlı çerçeveleri oluşturabilirsek, bu münferit çalışmaların ekonomiye etkisini daha belirgin hale getirmek mümkün olabilir. Bir firmanın veya bir şahsın tasarım çalışmalarına olduğu kadar, ortak bir Türk tasarım anlayışına da önem vermeli, böyle bir anlayışı iş dünyamızın temel özelliklerinden biri haline getirmeliyiz'' şeklinde konuştu.

-''ÜRETİM FABRİKALARDA DEĞİL ZİHİNLERDE YAPILIR''-

Türkiye'de yıllarca sanayinin sadece üretim olarak algılandığını, üretim gibi geniş bir alanın sadece fabrikada yapılan bir faaliyete indirgendiğini ifade eden Ergün, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Üretim sadece fabrika aşamasını içermiyor. Kalite yönetiminden tasarıma, pazar araştırmasından ambalajlamaya, satış sonrası hizmetlerden pazarlamaya kadar birçok alan, aslında üretim sürecinin birbirlerinden ayrılamayacak parçalarıdır. Yaşadığımız küresel kriz de bu gerçeği göstermiştir.

Üretimin her aşamasında başarılı olan firmalar, krize karşı daha dayanıklı duruş sergilemiş, kriz döneminde dahi başarılı olmaya devam etmiştir. Fabrikasyon elbette önemli bir şey, ancak dünyanın yaşadığı sosyal, kültürel ve teknolojik değişim sonucu, seri üretim eski önemini yitirmeye başlamıştır. Yaşadığımız postmodern dönemde, ürüne değil müşteriye odaklanmak gerekiyor. Ürününüzün niteliğini ve geleceğini müşterinin memnuniyeti belirliyor. Artık her ülke hatta her birey, aldığı üründe kendi beğenilerini daha fazla görmek istiyor, ürünü kişiselleştiriyor, kullandığı ürünle kendi kişiliği arasında sıkı bir bağ kuruyor. Önümüzdeki süreçte artık sanayiyi bir üretim değil, tasarım süreci olarak ele almak zorundayız. Şunu unutmayalım, üretim fabrikalarda değil, zihinlerde yapılır.''

-''TASARIM BAŞVURULARI 6 BİN 300'E ULAŞTI''-

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ergün, Konsey çalışmalarının özellikle Türkiye'de işletmelerin yüzde 99,8'ini oluşturan KOBİ'ler üzerine odaklanmasının önemli olduğunu vurgulayarak, ''Şunu herkesin bilmesi gerekir; Türkiye, eski usul ve yöntemlerle gelebileceği seviyeye gelmiştir. Eski yöntemlerle belki bir miktar daha ilerleyebiliriz ama büyük ülke olma hedefimize ulaşamayız. Eski köye yeni adet getirmekten korkmayalım. Bununla da yetinmeyip eski köylerin yanına yeni köyler kuralım'' diye konuştu.

Nihat Ergün, Türkiye'de son yıllarda tüm sınai mülkiyet başvurularında olduğu gibi tasarım başvurularında da önemli artışlar yaşandığını, 2002'de 3 bin 800 olan başvuru sayısının yüzde 65 artarak 2009 yılında 6 bin 300'e, 20 bin olan tasarım sayısının da yüzde 35 artarak 27 bine ulaştığını bildirdi.

AA

Etiketler: , , , ,

Yurttan Tasarım Meseleleri (9)

[Türkiye'nin bazı bölgelerinin tarım toplumundan bilgi toplumuna yaptığı "kurbağa sıçrayışı"nın resmidir.]

Ulusal basında karşılaştığım günlük haberlerden, üzerine tasarımın da söyleyecek bir sözü olabileceğine inandıklarımı "Yurttan Tasarım Meseleleri" başlığı altında bu blog'a taşıyorum.

Birgün gazetesinin 27 Ocak 2010 tarihli haberinden alıntıdır. [Kaynak: http://birgun.net/actuel_index.php?news_code=1264590614&year=2010&month=01&day=27]

AHIRDA İNTERNET KAFEYE 3 BİN TL'LİK CEZA

Türkiye’de en az internet cafesi bulunan iller arasında 81 vilayet içinde sonlarda olan Ardahan’ın Çıldır ilçesine bağlı Taşdeğirmen Köyü'nde bile internet cafe olmalı diyen köylü ahırdan bozma binayı internet cafe yaptı ama jandarma jet hızıyla gidip kapattı. Jandarma’nın ruhsatsız olduğu gerekçesiyle 3 bin TL.’lik ceza kestiği cafenin sahibi yaşadığı bu durum karşısında şaşırırken, inadına eksik evrakları tamamlayacağını söyledi. 600 Nüfusluk köyde internet cafe açan Erkan Dereci isimli Çıldırlı köylü, ‘dededen kalma ahırda hayvan kalmayınca bende oturup, bu binayı ne yapabilirim diye düşündüm. Ve böyle bir fikir aklıma geldi, uyguladım. Gençler olduğu gibi köylüleri de internetle tanıştırdım. Hem de ekmek paramı kazanıyorum. Ama gelin görün ki köyde yapılan bir şikâyeti dikkat alan jandarma daha iki günlük açtığım cafeyi gelip, kapattı. Bu yetmez 3 bir TL. ceza kesti. Ama beni yıldıramazlar. Bu halk teknoloji ile, internetle tanışmalı, eksiklerimi giderip köyde ki internet cafe mi açacağım’ dedi.

Haberli Hazırlayan: Fakir Yılmaz Ardahan.

Etiketler: , , , , ,