SonTahlil

Tasarım politiktir.

31 Ocak 2010 Pazar

Seri Tasarım: Tasarımcının seri ürettiği fikirler endüstrinin seri ürettiği tasarımlara karşı

Radikal Gazetesi’nin 31 Ocak 2010 tarihli Tasarım Eki'ne yazdığım bir yazı.

---

Profesyonel hayata adım atmak üzere olan tasarımcı adaylarına verilen öğütlerin başında gelir: 'Müşteriye en az üç alternatifle gidin.' Tipik bir tasarım sürecinin ilk evrelerinde gerçekten de mümkün olduğunca fazla alternatifle yola çıkılır. Ancak sona yaklaşıldıkça üzerinde tartışılan fikirlerin sayısı azalarak teke düşerken, elde kalan bu tek fikrin de kusursuz niteliğe ulaşmasına
ilişkin beklentiler doğar. En nihayetinde, sanayi ve ticaret dünyasına iş yapan tasarımcının esas görevi 'seri üretilecek' ve dolayısıyla 'hata kaldırmayacak,' tek, 'özgün' bir fikir çıkartmak değil midir?

Geleneksel bir tasarım sürecinin seyri böyleyken, son zamanlarda tasarımın çeşitli dallarından gelen profesyonellerin farklı bir yaklaşımı benimsedikleri görülüyor. Söz konusu tasarımcıların ilgisini çeken, endüstriyel yöntemlerle kopyaları seri üretilmek üzere 'müşteri'ye sunulan 'tek' ve 'kusursuz' fikirler değil. Onlar tam tersine, geliştirdikleri tüm tasarım fikirlerini kusurlarıyla da olsa gerçeğe dönüştürmenin peşindeler. Süreçlerini tam da bu nedenle olabildiğince seri bir şekilde tamamlıyorlar. Böylece 'seri' sıfatını, sistematik bir verim ve kusursuzluk çağrışımlarıyla kullanan endüstriyel lugattan çalarak, hoşlarına giden fikirleri hızlıca hayata geçirmelerini sağlayan bir sezgiselliği nitelemek üzere stüdyo/atölye jargonuna armağan ediyorlar. Bu da yaratıcı süreçlerinin odağını 'seri üretim'den 'seri tasarım'a kaydırıyor.

Bahsettiğimiz yaklaşıma verilebilecek ilk örnek İsrailli tasarım stüdyosu Godspeed'in "speed-furniture" (hız mobilyası) adlı mobilya serisi. Tasarımcılar, yalnızca bir saat içerisinde tasarlayıp ürettikleri bu mobilyalarda malzeme olarak Tel Aviv'deki marangozlardan topladıkları atık ahşap parçalarını kullanıyor. Yine mobilya tasarımı alanından bir diğer örnek ise Martino Gamper'in "100 Chairs in 100 Days" (100 Günde 100 Sandalye) projesi. İtalyan tasarımcı, Godspeed'inkine benzer bir yöntemle, Londra'da iki sene zarfında topladığı atık mobilya parçalarından yepyeni sandalyeler yaratmış. Süreç kapsamında söz konusu parçaların kimini olduğu gibi kullanırken, bır kısmının üzerinde de onlar için tasarladığı yeni rollere uygun değişiklikler yapmış.

Şerifcan Özcan'ın Ten Plus One adlı çalışmasının kapağı

Biraz alan değiştirerek örneklere grafik tasarımıyla devam edebiliriz. New York merkezli tasarımcı Şerifcan Özcan onbir saatte tasarladığı onbir işi içeren “Ten Plus One” (On Artı Bir) adını verdiği bir portfolyo üretmiş. Özcan, o dönem devam etmekte olduğu master programı kapsamında tamamlaması gereken portfolyosunda yeterli sayıda proje yer almadığını farkedince bu yönteme başvurduğunu söylüyor. Ne ironiktir ki, birer saatte hayata geçirdiği bu fikirler arasında yer alan bir konserve ambalajı tasarımıyla ilgilenen bir müşteri bile çıkmış.

Gördüğümüz gibi, 'seri tasarım' olarak adlandırabileceğimiz yaklaşımın izlediği tipik bir süreç, kısa/kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde baştan sona tasarlanıp üretilen işlerle sonuçlanıyor. Doğal olarak, böylesi bir yaklaşım dahilinde 'tasarım' ve 'üretim' safhaları iç içe geçerken, 'prototip' ve 'bitmiş ürün' kavramları arasında da pek bir fark kalmıyor. Evet, bu yaklaşımın 'seri üretim' için tasarlanan 'bitmiş ürün'lerin sahip olduğu varsayılan kusursuzluktan ödün verildiği söylenebilir. Ancak, her biri özgün birer tasarım süreci sonucu ortaya çıkan 'seri tasarım'lardaki karakteristik kusurların çoğu kez 'artı değer' olarak ön plana çıkarıldığını dahi görüyoruz. 'Seri tasarım' yaklaşımı, tam da bu nedenlerle sanat, zanaat ve tasarım arasında bir yerlerde konumlanıyor.

Şerifcan Özcan'ın Ten Plus One adlı çalışmasından bir ambalaj tasarımı

Peki, 'seri tasarım' herhangi bir eleştirel damardan besleniyor mu? Öncelikle tasarımcıların, yaşanan çok katmanlı küresel krizlerin etkisi de göz önünde bulundurulursa, tüketim toplumunun itici gücü olarak üstlenegeldikleri tarihsel rolün farkına vardıklarını söyleyebiliriz. Böylesi bir rol kapsamında sanayi devriminden bu yana kendilerine dayatılan 'kusursuz' ve 'özgün' tasarımları durmaksızın yaratma talebinin yaratıcı süreçlerini birer kısırdöngü haline dönüştürdüğünü düşünüyor olabilirler mi? 'Seri-tasarım'cıların tam da bu iki anahtar kavramla oynayarak söz konusu döngüyü kırmaya çabaladıklarını iddia etmek mümkün. 'Seri tasarım'a daha şüpheci bir gözle bakanlarsa, bu yaklaşımı benimseyen tasarımcıların 'tasarlanmış nesne' kavramına atfedilen prestiji kendi lehlerine sömürmeye başladıklarını da pekala öne sürebilir. 'Seri tasarım'cıların 'yıldız tasarımcı' olarak adlandırılan meslektaşlarının son birkaç onyıldır yaptığından çok da farklı olmayan bir şekilde, ancak bu kez daha 'yeraltı' bir yaklaşımla, bir çeşit 'tasarlanmış kusurluluk' sosuyla, bu prestij fırsatını kullandıklarını iddia edenler de çıkabilir. Ancak konuya hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, saydığımız örneklerin altını çizdiği önemli bir olguyla karşı karşıyayız: Tasarımda sonucun sürece olan geleneksel hakimiyetinin tam tersine döndüğü ve bugün artık sonuçtan çok, sürecin kendisinin bir değer olarak yükseldiği.

Etiketler: , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa