SonTahlil

Tasarım politiktir.

30 Eylül 2008 Salı

Rahatsız Edici Fikirler Bize Ne Kadar Yakın?

"Aklı ve duyguları olan makinelerin gelecekte yol açabileceği olası güçlükler hakkında düşünmek için çok da erken değil. Uygulamalar, ahlak, etik ve yasalar açısından üzerinde düşünülecek bir çok mesele bulunuyor. Günümüzden bakınca bu konuların çoğu hala uzak gelecek gibi gözüküyor, ancak tam da bu yüzden şimdiden onlar hakkında düşünmeye başlamalıyız–sorunlar gerçekten yaşanınca hazırlıklı olmamız böylece mümkün olabilir."
Bilişsel biliminsanı Donald A. Norman, 2004'te yazdığı Emotional Design adlı kitabında gelecekte yaşanacak bilimsel gelişmelerin olası farklı boyutlarına bu sözlerle değiniyor. Konstfack'ta aldığım derslerden birinin yürütücüsü olan Magnus Lindkvist de bizlere "rahatsız edici fikirler üzerine düşünmekten çekinmememiz" telkininde bulunurken benzer konuları akla getiren bir örnek vermişti: "Gelecekte 'çocuk görünümlü seks robotları' konulu bir gündem maddemiz olabilir."


Şahsen, gelecekte böylesi bir tartışmanın gündeme gelmesinin çok da sürpriz olacağını söyleyemem. Etik günümüzde bile çoğu insanın önem sıralamasında çok gerilerde geliyor, eğer söz konusu insanlar toplumda güçlü konumlarda yer alıyorlarsa daha da çelişkili bir durum ortaya çıkıyor. Ve bunları söylerken çocuk pornosundan—en azından geleneksel anlamıyla—bahsetmiyorum bile.

Örneğin reklam ve pazarlama dünyasını ele alalım. Görünen o ki, ülkemizde çocukların pazarlama aracı olarak kullanılmasını belli kriterlere göre düzenleyen herhangi bir kanun yok. Zaten, uygulamada da, birçok büyük markanın pazarlama stratejilerini çocukların üzerine kurmakta tamamen özgür olduğunu görüyoruz (örneğin çocukların kampanyalarda baş aktör olarak kullanılması). Eğer bahsettiklerimiz çocuk bezi, mama ya da oyuncak sektöründe yer alan markalar olsaydı, onlara karşı daha anlayışlı olabileceğimiz söylenebilirdi. Ne var ki, söz konusu markalardan biri, belki de en büyüğü, mobil iletişim sektöründen olunca durumun pek savunacak bir yanı olmuyor sanırım.

Böylesine bir sömürünün ardında—"ağacı yaşken eğerek", uslu ve sadık taze tüketiciler yetiştirmek dışında—geçerli bir sebep bulmak çok zor. Aslında, etik açısından, bu konunun da en az "çocuk görünümlü seks robotları" kadar üzerinde düşünmeye değer bir meseleye işaret ettiğini—ya da "rahatsız edici fikirler"in sandığımızdan daha yakınımızda olduğunu—söylemek mümkün.

Etiketler: , , ,

29 Eylül 2008 Pazartesi

Yeşil Belirli Günler ve Haftalar

Dünyanın çeşitli yerlerinde 21 Eylül Pazar 'Arabasız Gün'dü. Örneğin Brüksel şehir merkezinde 160 kilometrekarelik bir alan 9-19 saatleri arası motorlu taşıt trafiğine kapatıldı ve başkentliler doyasıya bisiklete binmenin tadını çıkardılar. Macaristan'da ise araba ruhsatını gösterenlere trenlere ücretsiz binme izni verildi.

Sürdürülebilirlik üzerine devam etmekte olan küresel tartışma ülkemizde de gittikçe ana gündem maddesi haline gelirken, farkındalık yaratma hedefiyle yola çıkan bir çok inisiyatife tanık oluyoruz. 'Arabasız Gün' (World Carfree Day) haricinde 'Alışveriş Yapmama Günü' (Buy Nothing Day) ve 'Dünya Saati' (Earth Hour) ve kimbilir başka daha neler var? (Bildiklerinizi Yorumlar kısmına eklemekten çekinmeyin)

Ne var ki, söz konusu belirli gün ve haftaların gerçek ve kalıcı değişimler yapma yolunda ne kadar başarılı olduğu üzerine düşünmeye değer bir soru. Böylesi aktiviteler gerçekten uzun vadede alışkanlık değişimlerine yol açabilir mi? Yoksa sadece bugünün modasına uymak ve küresel yeşil trendlerin gerisinde kalmamak için katılınılan toplu gösteriler olarak mı tarihte yerlerini alacaklar? Benzer meselelere Stockholm Interactive Institute bünyesinde yürütülen 'Energy Futures' adlı bir aylık bir araştırma projesinde de değinilmiş. Bu projenin çıktısında olası bir kaç senaryoya yer verilmiş ve sürdürülebilirliğin/yeşil olmanın dinselleştirildiği bir gelecek öngörülmüş. Aslında bu projenin öngörüleriyle yukarıda bahsettiğimiz günümüzdeki gelişmelerin arasındaki bağlantıyı görmek çok da zor değil.

Söz konusu senaryolara bir kaç örnek vermek gerekirse; gelecekte belirli bir günde "farkındalığı yüksek" vatandaşların elektronik cihazları maskeleme bandıyla tamamen kapladıkları ayinsel bir küresel aktivite düşünülmüş. Bir diğer senaryoda ise yine belirlenen bir günde ve saatte "ekolojik hassasiyeti yüksek" insanların gökyüzüne kırmızı dumanlar salacağı bir törene yer verilmiş.

Tüm bu fikirler fazla kurgusal gözüküyor olabilir ancak yazının başında bahsettiğimiz gelişmeler göz önünde bulundurulursa, böylesi bir gelecek sandığımızdan da yakın olabilir. Aslında karşı karşıya olduğumuz bir riskten söz edebiliriz: Böylesine büyük öneme sahip meselelerin ayinselleştirilerek içlerinin boşaltılması. Mevcut riski bertaraf etmek ise, insanların davranışları ya da hisleri yerine uzun vadedeki alışkanlıklarını kökten değiştirebilme gücüne sahip olan ve olumlu bir gelecek düşleyen tasarımcılar olarak bizlere düşüyor.

Etiketler: , , , ,

Kitap eleştirisi: Emotional Design, Donald A. Norman

Konstfack'ta 'Experience Design' MA programının öğrencileri olarak okuduğumuz ilk kitap bilişsel biliminsanı Donald A. Norman tarafından yazılan Emotional Design'dı. Yazarın disiplinlerarası bir biliminsanı olarak yaptığı işler arasında Northwestern Üniversitesi'nde profesörlük ve Apple gibi tasarım odaklı bir çok markaya danışmanlık yer alıyor. Kendisi genelde psikoloji ve insan faktörlerini göz önünde bulunduran ve kullanılabilirliğe büyük önem veren yaklaşımıyla tanınıyor.

Kitaptaki ana teori tasarımın üç seviyesinin olduğunu söylüyor: 'Visceral' (görünüş ve ilk izlenimlerle ilgili) 'behavioral' (kullanılabilirlik ve kullanıcı deneyimiyle alakalı) and 'reflective' (anılar, önceki deneyimlere yapılacak göndermeler, beylik tabiriyle bir ürünün "hikayesinin olması"). Yazarın bir ürünün 'iyi tasarım' ünvanını kazanması için tüm bu üç seviyede de mükemmel performans göstermesi gerektiğini savunuyor.


Norman'ın yaklaşık 15 yıl önce yazdığı The Design of Everyday Things adlı kitabında kullanılabilirliğe verdiği büyük önemden sonra, bu kez, "duyguları yabana atmışım" diyerek günah çıkardığı söylenebilir. Ürünlerle olan deneyimlerimizde psikolojik etmenlerin büyük önemi olduğunu göstermesi açısından önemli bir kitap. Yer yer, yüksek kullanılabilirliğin duygusuzluk anlamına gelmek zorunda olmadığı mesajını alıyoruz metinden. Bu açıdan metnin, Victor Papanek'in "kullanılabilirlik o ürünü ne kadar kolay ve rahat kullandığınızı anladığınızda aldığınız zevkle ölçülür" anlayışıyla örtüştüğünü de söyleyebiliriz.

Tüm bu artılara karşı, Norman'ın iyi tasarım olarak bahsettiği, teorilerini örneklemek için kullandığı ürünler üzerine söylenecek bir kaç söz olmalı. Söz konusu örnekler üç seviyede de mükemmel performans göstermek bir yana, maalesef çoğu kez ortalamayı bile geçemiyorlar. Kitabın kapağını da süsleyen Starck’ın Limon Sıkacağı'ndan başlayarak giriş yapabiliriz konuya: Norman'a göre bu çok başarılı bir ürün; ne var ki, kendisi bile ürünü yalnızca bir kez kullandığını ve daha çok kullanırsa altın kaplama kısımlarının asidik limon suyu yüzünden aşınacağını bildiğini itiraf ediyor. Hatta daha da ileri giderek ürünü yalnızca vitrininde sergilediğinden ve zaten Starck'ın da "limon sıkacağım limon sıkmak için tasarlanmadı, sohbet başlatmak için tasarlandı" dediğinden bahsediyor. Bu örneği bir çok açıdan eleştirmek mümkün: Eğer bir ürün kullanılmıyorsa, hatta kullanılması amacıyla tasarlanmamışsa, ondan alacağımız zevk sadece "visceral" (görsel ve ilk izlenim) seviyesiyle sınırlı kalmaz mı? Eğer kullanılabilirliği düşükse, bazı kısımları çabuk eskiyorsa, bu hala tasarımın tüm üç seviyede de mükemmel performans gösterdiği anlamına gelir mi? Özetle, ürünü sadece vitrinimizde sergileyerek zevk alacaksak bu tasarlanmış bir ürün mü, yoksa bir sanat eseri (örneğin heykel) midir?

Norman'ın argümanlarından bir diğeri kullanıcılar olarak ürünlerle olan "aşk ve nefret" ilişkimiz üzerine. Bu konunun "aşk" kısmına örnek olarak Mini Cooper'ı veren yazar, söz konusu ürünün "çok eğlenceli" ve "şirin" olması nedeniyle zayıf yanlarının görmezden gelinebileceğini söylüyor. Gelgelelim argümanın "nefret" kısmını örneklemek için teknolojik ürünlerle (spesifik olarak bilgisayarlarla) olan olumsuz kullanılabilirlik deneyimlerimizden sonra onlardan nefret edegeldiğimizden bahsediyor. Kanımca yazarın verdiği bu örnekler argümanını destekler nitelikte değil, çünkü bir tarafta "şirinlik" ve "eğlencelilik" gibi öznel ve görece soyut kriterlere dayanırken, diğer tarafta kullanılabilirlik ve işlevsellik gibi çok daha nesnel ve ölçülebilir kavramlardan bahsedilmekte. Eğer Norman, ürünleri rahatça kullandığımızda onlara aşık olduğumuzu söyleseydi; ya da, bir diğer alternatifle, çok çirkin ve sıkıcı olduklarında onlardan nefret ettiğimizi savunsaydı, argümanı kendi içinde çok daha tutarlı olurdu diye düşünüyorum.

Tabii ki yaptığımız bu eleştiriler kitabı küçük gördüğüm anlamına gelmiyor. Aksine, yer yer ufuk açıcı fikirlerle karşılaşıyoruz kitapta. Örneğin, tasarımcılar için adeta bir tabu olan 'kitsch' ve 'hediyelik eşyalar' üzerine çok ilginç bir perspektif sunuyor bize Norman. Yazarın sozlerini tercume edersek: “Kitsch nesneler ... sanat eseri taklidi yapmıyorlar ki—onlar sadece anılarımıza katkı yapıyorlar.” Konuya aslında bir sanatçının ya da bir estetistin gözünden bakmaya alışkın bizler için, 'hediyelik eşyalar'ı asıl işlevleri olan 'anılara gönderme yapmak'la değerlendiren, dikkate değer bir bakış açısı.

Kitabın fazlaca madde odaklı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, madde dünyasını sadece tasarım odaklı bir yaklaşımla incelemenin yeterli olmadığını düşünüyorum. Norman'ın disiplinlerarası bir biliminsanı olduğunu düşünürsek, kendisinden yan disiplinlere ilişkin de en azından bir iki paragraf beklemek hakkımız. Örneğin reklam ve pazarlama taktiklerinin kullanıcıların yaptıkları tercihlere olan etkisinden bahsedebilirdi, zira bu konu kendisinin teorilerindeki "visceral" seviyeyi doğrudan kontrol almakla alakalı. Böylesine konulara değinmemekle birlikte, teknoloji ve politika arasında yaptığı keskin ayrımla da kanımca büyük bir ihmalde bulunuyor. Robotik alanındaki gelişmelerden ve bu konuda ortaya çıkabilecek muhtemel bir kaç etik meseleden bahsettiği bölümlerde, yazar, toplumsal sorunlara yol açanın teknoloji olmadığını savunuyor. Eğer böylesine sorunlar ortaya çıkıyorsa bunların çözüleceği mecranın siyaset ve sosyal bilimler olduğunu söylüyor. Sanırım, profili göz önünde bulundurulduğunda kendisinden, büyük resmi gören, çok daha kapsamlı bir bakış açısında sahip olmasını beklemek hakkımız.

Yukarıda bahsettiğim bir kaç nedenden dolayı, kitabın, tüketim toplumu bireylerinin günümüzdeki olası etik ve ekolojik vicdan azaplarına karşı bir ilaç görevi gördüğünü söylemek mümkün. Tüm bunlara karşın, kitabın sonuna doğru robotik alanındaki gelişmelerden bahsetmeye başlayan yazar, biz tasarımcılara 'insan-makine' karşıtlığı hakkında, üzerine düşünmemiz gereken bir çok soru soruyor. Hakkında daha fazla araştırma yapılabilecek bir çok anahtar sözcüğe/biliminsanına/meseleye yine bu bölümlerde gönderme yapıyor yazar. Özetle, Emotional Design'ın geleneksel bakış açısını ve kalıpları gözden geçirmek isteyen tasarımcılar için çok yararlı bir kitap olduğunu—tabii ki, eleştirel perspektifimizi kaybetmeden—söyleyebiliriz.

Etiketler: , ,