SonTahlil

Tasarım politiktir.

28 Şubat 2010 Pazar

Belleğin tasarımı: Geçmiş trajedilerin tekrar etmemesi nesnelerle mi mümkün, fikirlerle mi?

Radikal Gazetesi’nin 28 Şubat 2010 tarihli Tasarım Eki'nde yayımlanan bir yazım.

---

Arat Dink, babasına düzenlenen suikastin geçtiğimiz Ocak ayındaki yıldönümünde Agos Gazetesi'nin penceresinden doğaçlama bir konuşma yaptı. Konuşması sırasında Dink'in ağzından aslında tasarımı da çok yakından ilgilendiren samimi birkaç söz döküldü: "Babamın büstü var içeride, onu kırmak istiyorum. Ben büstleri değil, insanları seviyorum." Dink'in bu yakarışı ilk bakışta anın duygusallığıyla, çok da ölçüp tartılmadan söylenmiş birkaç söz gibi gözükebilir. Ne var ki, aynı sözlerin aslında geçmişi hatırlatmak üzere 'tasarlanmış' nesnelerin bellekle olan sorunlu ilişkisini gözler önüne seren bir çağdaş tasarım eleştirisi görevi gördüklerini söylemek mümkün.

Gerçekten de esas amaç hatırlamak, anmak ve geçmişte yaşanan olumsuzlukların gelecekte tekrarlanmasının önüne geçmekse, tasarımın alışılmış çözümü olan nesnelerin buna ne kadar hizmet ettiği oldukça su götüren bir mesele. Burada bahsettiğimiz ister bir büst isterse bir müze binası olsun, böylesi 'nesne'lerin, trajedilerin anısını yaşatmaktan çok, onları sonsuza kadar geçmişe gömmeye yaradıkları söylenebilir. Hatta, yakın tarihimiz benzeri tradejilerin araçsallaştırılmaları sonucu bambaşka amaçlara hizmet eder hale geldiği onlarca örnekle de dolu. En masum haliyle 'karanlık turizm' (dark tourism) olgusunda vücut bulan böylesi bir araçsallaştırmanın, en kötü durumlarda ise yeni trajedileri yaratacak kitlelerin harekete geçirilmesi için kullanılan ritüellerin birer dekoruna dönüştüğü de sıkça görülüyor. Nitekim, Orhan Pamuk'un son romanı Masumiyet Müzesi'nin kahramanı Kemal de yitirdiği sevgilisi anısına kurmak istediği müzeyle ilgili ne diyordu: "Müzemle yalnız Türk milletine değil, dünyanın bütün milletlerine yaşadığımız hayat ile gururlanmayı öğretmek istiyorum. Gezdim, gördüm: Batılılar gururlanırken, dünyanın büyük çoğunluğu utanç içerisinde yaşıyor. Oysa hayatımızdaki utanç verici şeyler bir müzede sergilenirlerse, hemen gururlanılacak şeylere dönüşürler" (2008. İstanbul: İletişim Yayıncılık A.Ş. Sayfa 571-2).

Nükhet İpekçi babasının kanlı gömleğini NTV canlı yayınında kameralara gösterirken

Hal böyleyken, geçtiğimiz günlerde ülkemizde müze tartışmalarına ivme kazandıran bir gelişme de Abdi İpekçi suikastinin yıldönümünde yaşandı. Nükhet İpekçi, NTV'de çıktığı canlı yayında babasının kanlı gömleğini kameralara göstererek gerçek faillerin bulunması çağrısında bulunurken, bir yandan da benzer biçimde kurban edilen gazetecilerin eşyalarının sergileneceği bir müze kurma fikrinin gündeme gelmesine yol açtı. Ancak, muhtemelen en zihin açıcı nitelikteki görüş söz konusu gazetecilerden Uğur Mumcu'nun kızı Özge Mumcu'dan geldi. Mumcu, suikaste kurban giden kişilerin "sadece eşyaları değil, fikirleri de böyle bir müzede yer bulmalı" dedi.

Mumcu'nun nesnelere karşı öne çıkardığı 'fikirler' kavramı, aslında tasarım için yeni ufuklara işaret ediyor. Nitekim, son yıllarda, fikirlerin temsili ve yaşatılmasına odaklanan ve bu anlamda bellek ve tasarım ilişkisine dair alışılmışın dışında yaklaşımlar geliştirme çabasında olan yaratıcı işlerle karşılaşıyoruz. Söz konusu işlere verebileceğimiz en iyi örneklerden biri, Rafael Lozano Hemmer'in tasarladığı ve Meksika'nın başkenti Mexico City'ye yerleştirilen 2008 tarihli Voz Alta (Yüksek Ses) projesi. Hemmer'e verilen iş tanımı, Tlatelolco öğrenci katliamının kırkıncı yılı anısına bir tasarım yapmaktı. O da alışılagelmiş nesne odaklı bir çözüm yerine, katliamın meydana geldiği "Plaza de las Tres Culturas" meydanına yerleştirilecek ve her arzu edenin kullanabileceği bir megafon tasarladı. Bu megafon bir yandan katılımcıların 'seslerini yükseltmelerini' sağlarken, diğer yandan da meydanı tarayan 10 kilowattlık bir projektörü kontrol ediyor. İşin ilginci bu projektörün etkinliğinin megafondan gelen ses dalgalarına göre değişiyor olması: Megafondan duyulan sesin yüksekliğine göre projektörün yaydığı ışığın parlaklığı artıyor ya da azalıyor; konuşan olmadığı zamansa ışık sönüyor. Meydandaki ışığın sönük kaldığı anlarda, bu kez meydanın karşı yakasındaki Kültür Merkezi binasının çatısında bulunan üç projektör, arşivlerde bulunan görgü tanıkların ifadelerini, aydınlar ve siyasetçilerle yapılmış olan röportajları, '68 yılından kalan radyo kayıtlarını ve şarkıları ışığa dönüştürmek suretiyle harekete geçiyor. Ayrıca megafona konuşanların ne dediğini merak edenler FM 96.1 frekansından yayın yapan Radio UNAM'a bağlanarak kent sakinlerinin yorumlarını dinleyebiliyor. Böylece, aslında bu trajik olayın hatırasının 'şimdiki zaman'da gerçekleşen katılımla harmanlanlanarak yaşatıldığı söylenebilir. Binlerce insanın katıldığı projede hiçbir sansür ya da kontrol uygulaması yapılmamış. Haliyle, megafondan seslendirilen mesajlar da katliamın tanıklarının ifadelerinden, sıradan vatandaşların evlenme tekliflerine kadar uzanan büyük bir çeşitliliğe sahip. Hemmer'in tasarımının bu özelliği de, böylesi trajik bir olayın ve ona tanıklık etmiş olan kent mekanının günlük gerçeklikten koparılarak mitleştirilmesini önlüyor olsa gerek.

Rafael Lozano-Hemmer'in "Voz Alta" adlı tasarımı.
(Fotoğraf
: Antimodular Research and Alejandro Blázquez)

Yunanistan'da geçen seneki eylemler sırasında genç göstericilerin Nazi işgaline karşı mücadele vermiş bir direnişçi olan Kostas Perrikos'un büstünü barikat yapmak için kullanması epey tartışılmıştı. Eski tüfekler gençleri tarihi bilmemekle ve geçmiş kahramanlara saygısızlık etmekle suçluyordu. Gelgelelim, Yunanistan'daki gençlerin de aynen Arat Dink gibi büstlerin gerçekte neye hizmet ettiğinin ayırdına vardıklarını söyleyemez miyiz? Tasarım söz konusu olduğu zaman, böylesi nesnelerin 'geçmişteki olumsuzlukların tekrar yaşanmasını önleme' benzeri bir işlevi yerine getirmekte çok da başarılı olamadığını yakın tarih bize kanıtlıyor. O halde, kullanıcılar olarak yapmamız gereken belki de aynen gençlerin kullanım tercihinde görüldüğü gibi elimizdeki büstlere yeni işlevler yükleyerek onlara hayat katmak; etrafında yaratılan mitleri yıkarak onları 'insanlaştırmak.' Tasarımcılar olarak ise meseleye katkımız, yeni ritüellere hizmet edecek 'ölü' nesnelerden çok, Hemmer gibi, fikirlerin ve duyguların özgürce dile getirilmesini sağlayacak, devingen aracılar üretmek sayesinde gerçekleşebilir.

Etiketler: , , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa