Ekolojik diktatörlük
Tam bir hafta önce London Remade adlı organizasyonun düzenlediği 'Green and Thrifty' seminerinde derdimi anlatmaya çalışırken kullandığım bir görsel metafor vardı: Tarih boyunca iki uç arasında gidip gelen politik-ekonomik bir sarkaç. Uçlar ise tabi ki, tam liberal bir serbest pazar anlayışı ve karşısında ise katı devletçilik idi. Britanya'da İkinci Dünya Savaşı sırasında tasarımın tümüyle devlet kontrolü altına alındığı 'Utility Scheme' dönemine ilişkin çıkarılması gerektiğini savunduğum derslerden biri de şuydu: Devletin niyeti ne kadar iyi olursa olsun, halk üzerinde zorunlu kıldığı kısıtlamalar yurttaşlar tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla gönüllülükle kabul edilmiyor. Bir-iki gün önce karşılaştığım haber ise bu argümanın günümüzdeki yankısıydı adeta.
Haberde Alman Marburg belde meclisinin verdiği bir karar anlatılıyordu. Karara göre artık bu küçük şehirde yapılacak her yeni evde güneş panelleri bulunması zorunlu kılınıyordu. Ya da herhangi bir nedenle tesisat ya da çatı tamiri yapacak evlerin de bu durumu değerlendirmeleri ve yine güneş panellerini yerleştirme mecburiyetleri doğuyordu.
İlk bakışta bir taşla iki kuş gibi duruyor: Hem küresel ısınmayla savaş, hem artan yakıt fiyatlarına karşı ekonomik bir çözüm. Buraya kadar yanlış birşey yok değil mi? Hemen karara varmadan önce madalyonun diğer yüzüne bir bakalım.

Tıpkı tarihteki benzer olayların bize gösterdiği gibi, bu kez de otoriteler tarafından getirilen kısıtlamalar halkın tümü tarafından memnuniyetle karşılanmamış.
"Ekolojik bir diktatörlükle karşı karşıyayız ancak kimse ses çıkartmaya cesaret edemiyor," diyor muhalefet partisinden Hermann Uchtmann.
Haus und Grund adlı emlakçılar birliği ise ortak bildirisinde "İnsanların zorla bazı şeylere riayet etmesini sağlayamazsınız," diye ekliyor.
'Utility Scheme' hakkında konuşurken, böylesi devlet müdahalelerini paternalistik olarak adlandırmanın doğru olacağını söylemiştim. Pater'in baba anlamına gelmesi de bu durumda taşı gediğine koymakta, zira benzeri müdahaleler aynen bir babanın çocukları için en iyisini düşündüğüne inanarak fakat onların fikrini sormaksızın aldığı kararlara benzemektedir.
Bu metaforla birlikte önemli bir soru sormak gerekiyor: Acaba Doğa Ana'nın çocukları olarak onu—ve tabi ki kendimizi de—korumayı kendi kendimize becerebilecek miyiz, yoksa iş babamızın sazı eline almasını gerektirecek raddeye gelene kadar bekleyip sonra da onun dediklerine uymak zorunda mı kalacağız?
Etiketler: çevre, devletçilik, ekoloji, haber, yeşil