SonTahlil

Tasarım politiktir.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Ekolojik diktatörlük

Tam bir hafta önce London Remade adlı organizasyonun düzenlediği 'Green and Thrifty' seminerinde derdimi anlatmaya çalışırken kullandığım bir görsel metafor vardı: Tarih boyunca iki uç arasında gidip gelen politik-ekonomik bir sarkaç. Uçlar ise tabi ki, tam liberal bir serbest pazar anlayışı ve karşısında ise katı devletçilik idi. Britanya'da İkinci Dünya Savaşı sırasında tasarımın tümüyle devlet kontrolü altına alındığı 'Utility Scheme' dönemine ilişkin çıkarılması gerektiğini savunduğum derslerden biri de şuydu: Devletin niyeti ne kadar iyi olursa olsun, halk üzerinde zorunlu kıldığı kısıtlamalar yurttaşlar tarafından hiçbir zaman tam anlamıyla gönüllülükle kabul edilmiyor. Bir-iki gün önce karşılaştığım haber ise bu argümanın günümüzdeki yankısıydı adeta.

Haberde Alman Marburg belde meclisinin verdiği bir karar anlatılıyordu. Karara göre artık bu küçük şehirde yapılacak her yeni evde güneş panelleri bulunması zorunlu kılınıyordu. Ya da herhangi bir nedenle tesisat ya da çatı tamiri yapacak evlerin de bu durumu değerlendirmeleri ve yine güneş panellerini yerleştirme mecburiyetleri doğuyordu.

İlk bakışta bir taşla iki kuş gibi duruyor: Hem küresel ısınmayla savaş, hem artan yakıt fiyatlarına karşı ekonomik bir çözüm. Buraya kadar yanlış birşey yok değil mi? Hemen karara varmadan önce madalyonun diğer yüzüne bir bakalım.


Tıpkı tarihteki benzer olayların bize gösterdiği gibi, bu kez de otoriteler tarafından getirilen kısıtlamalar halkın tümü tarafından memnuniyetle karşılanmamış.

"Ekolojik bir diktatörlükle karşı karşıyayız ancak kimse ses çıkartmaya cesaret edemiyor," diyor muhalefet partisinden Hermann Uchtmann.

Haus und Grund adlı emlakçılar birliği ise ortak bildirisinde "İnsanların zorla bazı şeylere riayet etmesini sağlayamazsınız," diye ekliyor.

'Utility Scheme' hakkında konuşurken, böylesi devlet müdahalelerini paternalistik olarak adlandırmanın doğru olacağını söylemiştim. Pater'in baba anlamına gelmesi de bu durumda taşı gediğine koymakta, zira benzeri müdahaleler aynen bir babanın çocukları için en iyisini düşündüğüne inanarak fakat onların fikrini sormaksızın aldığı kararlara benzemektedir.

Bu metaforla birlikte önemli bir soru sormak gerekiyor: Acaba Doğa Ana'nın çocukları olarak onu
ve tabi ki kendimizi dekorumayı kendi kendimize becerebilecek miyiz, yoksa iş babamızın sazı eline almasını gerektirecek raddeye gelene kadar bekleyip sonra da onun dediklerine uymak zorunda mı kalacağız?

Etiketler: , , , ,

1 Yorum:

saat: 17 Eylül 2008 04:40 , Blogger Kerem Özcan dedi ki...

Yazıyı bitirdiğin soruya cevap vermek istiyorum; bence ikisi de değil. Kendimizi korumayı kendimiz becerecek kadar sağduyulu olma alternatifini zaten tartışmadan geçiyorum. Babamızın sazı eline alması bu durumda tek olasılık gibi gözükse de, aslında ikisinin arasında üçüncü bir yol var.

Şimdi bu kapitalistleşmesi/kapitalleştirilmesi tamamlanmış ülkelerde, ılıman devlet ana veya sert devlet baba figürlerinden ziyade ikisinin ortası bir devlet abi modeli var. (Bu kavramı şu an uydurdum.)

Bu devlet abi ne annemiz gibi bize "sen bilirsin yavrum, ne yaparsan kendine" diyor, ne de babamız gibi "höt, benim dediğim olacak" diye bizi paylıyor. Bunlardan daha ziyade bize rol model olup bizi yönlendiriyor.

Nasıl diyeceksin, şöyle; Şimdi bu aralar Ekolojik olmak, ekolojik ürünler, yeşile dost firma olmak vs moda oldu değil mi? Bu daha sadece başlangıç. Yakında öyle bir döneme gireceğiz ki yeşil diktatörlük değilse bile, yeşil peer pressure (mahalle baskısı diyelim) gelecek. %60 geri dönüşümlü malzemeden yapılmış iphone2 kullanmayana adam gözüyle bakılmayacak, Hybrid otomobil kullanmayanı ortamlardan içeri sokmayacaklar falan (Hatta south park yakın zamanda bunu işlemişti). Kimbilir belki "Yeşil tasarım elitist olabilir mi?" diye makaleler bile görmeye başlayabiliriz tasarım dergilerinde.

Yani yeşil sadece "in" olmaktan çıkacak, artık insanların yeşil olmayan bir şey aldıklarında kendilerinden utanmalarına sebep olacak bir hale gelecek. Yakın zamanda benzer bir olayın Fair-trade olmayan kahveler için yaşandığını okumuştum ama kaynak bulmaya üşeneceğim. Ya da daha bize yakın örnekler vereyim, nasıl artık iyotsuz tuzlar, soyulmamış sosisler, pastorize olmayan sütler, klimasız-havayastıksız arabalar, gibi ürünler piyasadan kalktı ya da kalkmak üzere, yeşil olmayan (ya da yeşil boyanmayan) ürünler de gün gelecek çevreci olmak alt standart olunca ömürlerini tüketecekler. Bu değerlendirme konusunda belki biraz fazla ileri gitmiş olabilirim ama demek istediğimin özünü sanırım anlatabildim.

Ha olaylar bu şekilde gelişmez, yahut gelişse bile bu da yetmez, olay çığrından çıkarsa, o zaman babamızın elinde de kalabilriz. O ihtimali de tamamen devre dışında bırakmayalım.

Çok havada konuştuysam affola, maksat beyin fırtınası.

 

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa